van escort,
diyarbakır escort,
hatay escort,
iskenderun escort

BİR FİNCANININ KIRK YIL HATIRI OLAN KAHVEYİ KEÇİYE Mİ BORÇLUYUZ?

Geyve’nin yetiştirdiği değerlerden biri olan Prof

BİR FİNCANININ KIRK YIL HATIRI OLAN KAHVEYİ KEÇİYE Mİ BORÇLUYUZ?
25 Mart 2018 - 15:25
Geyve’nin yetiştirdiği değerlerden biri olan Prof. Dr. İlhami Çelik yazıları ile GEYVE GÜNDEM’de…Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. İlhami Çelik, akademik, bilimsel araştırmalarıyla Türkiye'de ses getirmeye devam ediyor. EDİTÖRİlk bakışta yazının başlığındaki çoban ve keçi ile bağıntısı kolayca kurulsa da “kahvenin konuyla ne alakası var?” denebilir. Bu bağıntıyı aşağıdaki yazıda bulacaksınız. Kahvenin, yabancıların genel ifadesiyle “Türk Kahvesi’nin” hikâyesi milattan sonra 850 yıllarında Yemen’in Kızıldeniz’e komşu Yemen çölünde başlar. Bölgedeki Şahadet tekkesinin çobanı olan Kaldi, her gün erkenden keçilerini otlatmaya dağlara götürürdü. Bir gün keçilerden bir kaçı, sürüden ayrılıp kaybolur. Yakınlarda aramadık yer bırakmayan çoban çaresiz geri döner. Bir süre ortalıkta görünmeyen hayvanlar, bir hafta sonra yorgun, bitkin ve zayıflamış bir vaziyette yeniden sürüye katılır. Bu olay sık sık tekrarlayınca çoban, bu asi keçilerin peşinden gider. Onları, 1.8-3.5 metre arasında boyları olan ve azman çalılara benzeyen kahve ağaçlarının etrafında gayet neşeli halde, hoplayıp zıplarken bulur. Hayvanların gözleri kıpkırmızıdır. Oldukça şaşıran çoban, keçilerin bu neşesinin kaynağının, ağaçtan yedikleri kırmızı meyveler olduğunu hemen anlar. Bitkilerin dalları koyu yeşil renkli, sağlam küçük yapraklara sahip ve biraz da defneyi andırmaktaydı. Çiçekleri yaseminin gibi kokmakta; meyveleriyse, küçük taneler halinde ve menekşe renkliydi. Meyveler parmaklar arasında ezildiğinde içerisinde sert ve dayanıklı bir çekirdek hissediliyordu. Bu meyvelerden kendisi de yiyen Kaldi, tıpkı dört ayaklı arkadaşları gibi canlanır, hareketlenir ve onlar gibi hoplayıp zıplamaya başlar. Kaldi, bu sihirli keşfini tekkenin imamıyla paylaşır. İmam bilgili biriydi. Tekkedeki kaynaklarda bitkiyle ilgili tatmin edici bilgiye ulaşamadı. Adı geçen bitkinin bölge için yabancı bir tür olduğunu ve yüzyıllarca önce topraklarını işgal eden Etiyopya’lı siyah Hıristiyanlar tarafından buraya getirilmiş olabileceğini düşündü. Bu işgalciler, Etiyopya’nın Kaffa (Khaffa) olarak bilinen bölgesinden, yanlarında çok sevdikleri meyve, sebze, ağaç ve çiçekleri de yanlarına alarak ve Kızıldeniz’i aşıp buralara gelmiş olmalıydılar. Bu yüzden de bu ağaç bir “kaffa” ağacı olmalıydı. İmam, o gece dalın yaprak, çiçek ve çekirdekli meyvelerini bir kaba koydu ve üzerine kaynamış su ekledi. Ortaya çıkan koyu renkli ve kendine has kokusu olan içecekten bir bardak içti. Uyumak için yattı ama bir türlü uyku tutmadı. Kalbi hızlandı, vücudunda bir enerji artışı hissetti, yerinde duramıyordu; dinçleşmiş ve kafası çok çalışır olmuştu. O ve arkadaşları önceleri bu basit tanelerin insanı bu kadar derinden etkilemesini şüpheyle karşıladılar. Şeytani doğaüstü güçlerinin olabileceğini düşünerek meyveleri ateşe attılar. Fakat ateşten çıkan olağanüstü kahve aromasından büyülendiler. Daha sonra çekirdekleri sıcak suyla demleyerek hazırladıkları içeceği, bitkideki iyiliğin insana geçmesini sağladığını düşünerek tekkedeki talebelere de içirilmesini emrettiler.  Bu hikâyenin bir de Hıristiyan versiyonu var. Onda da olay manastırdaki din adamları arasında geçer. Kesin olan şu ki, kahve bitkisi günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinde keşfedilen kahve, Etiyopya’daki Kaffa (Khaffa) bölgesine özgü bir bitkidir. Bu bitkinin etkileri; keçilerin davranışlarını çok iyi gözleyen, onları çok iyi tanıyan bir keçi çobanı olan Kaldi’nin dikkati ve çok bilgili bir tekke imamının dikkati sayesinde keşfedilmiştir. Kahve bugünkü tüketim şekillerine pek çok farklı evrelerden geçerek ulaştı. Etiyopya’daki Galla kabilesi, kahve meyvelerini hayvan yağıyla karıştırarak günümüz enerji içeceklerinin atası sayılabilecek bir içecek hazırlardı. Sonraları taneler fermente edilerek sadece dini törenlerde içilen kuavah (quawah) adında bir içki hazırlandı. Bir zamanlar Etiyopya’da koruma altında olan kahve bitkisinin dünyaya yayılması, güney Hindistan’a kaçırılıncaya kadar engellendi. Kahvenin şöhreti komşu ülkelere yayıldıkça yüzyıllar süren yolculuğu da başlamış oldu. İlk önce Yemen’e geçen kahve, Arabistan Yarımadası’nda hızla yayıldı. 14. Yüzyılın ortalarında Yemende de tarımı yapılmaya başlandı ve Etiyopya’da içildiği şekilde içilmeye devam edildi. Yemen’in iklim koşulları kahve tarımına daha uygun olduğundan, burada daha fazla kahve üretildi. Hatta türkülerimize “kahve Yemen’den gelir”  dizesi girdi. İstanbul kahveyle 1555’te Kanuni Sultan Süleyman’nın Saltanatı döneminde, Yemen’in yönetimi Osmanlı’da iken Özdemir Paşa vasıtasıyla tanıştı. Osmanlı Sarayı’nda kahve içiminde yeni bir yöntem olan günümüzdeki içim şekli geliştirildi. Bu yeni içim şeklinde elde edilen damak tadı ve aroma, kahvenin uzak diyarlara kısa sürede yayılmasında önayak oldu. Kahve kısa sürede saray mutfağının hayati bir içeceği ve Osmanlı Kültürü’nün önemli bir unsuru oldu. Kahveci başılar sarayda önemli mevkilere geldiler. Halk kahveyle “kahvehaneler” vasıtasıyla tanıştı ve kahve sonra köşklere ve evlere girdi. Venedikli tüccarlar ve seyyahlar aracılığıyla 1515’te önce Venedik’e ve diğer Avrupa ülkelerine ulaşan Türk Kahvesi oradan da tüm dünyaya yayıldı. Avrupa’da İlk kahvehane1645’te İtalya’da açıldı. İlerleyen yıllarda kahvehaneler entellektüel faaliyetlerin gerçekleştiği mekânlar haline geldi. İstanbul’dan Fransa’nın Marsilya şehrine ilk kahve ithalatı 1670’te yapıldı ve bu şehirde ilk kahvehane 1671’de açıldı. Paris kahveyle kral XIV. Lui zamanında Sultan IV. Mehmet tarafından büyükelçi olarak atanan Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa vasıtasıyla 1669’da tanışmış ve büyükelçi kahveyi Fransızlara “sihirli içecek olarak” sunmuştur. Türk kahvesi 1637’de Londra’ya ulaşmışsa da Londra’da ilk kahvehane 1652’de, Oksford’da ise “Melek” adıyla 1650’de açıldı. Türk kahvesi 1683’te Viyana’ya ulaştı. Tüccar ve denizci bir millet olan Hollandalılar, kahveyle ilk zamanlarda içecek olarak değil ticaretini yaparak meşgul oldular. Bu ülkeye ilk kahve Yemen üzerinden geldi. 1699’da Java adasında kahve tarımı başlatıldı. İlk Java ürünü kahve çekirdeği 1711’de Amsterdam’da satışa sunuldu. İlk kahvehaneler Hollanda’da 1660’larda açıldı. Buralarda dost sohbetleri ve iş toplantıları yapılırdı. 1680’lerde Hollandalılar, kahveyi, günümüzde kişi başına en fazla kahve tüketilen bölge olan İskandinavya’ya götürdü. Kahve Almanya’ya ilk defa 1675’te girdi. İlk kahvehaneler 1679-1680’lerde Hamburg, Bremen ve Hannover’de açıldı. Kahve başlangıçta elit kesimin sıcak içeceği oldu. Orta ve alt sınıflar kahveyi ancak 18. Yüzyılda içebildi, çok sonraları da evlerde içilebilir hale geldi. Kahvehaneler erkeklerin bölgesi olduğundan, orta sınıf kadınlar kahvelerini kadınlara ait kahve kulüplerinde içerdi. Kahve, Kuzey Amerika’ya 1668’de ulaştı ve New York’ta ilk kahvehane 1696’da açıldı. Kahve 19. yüzyıl ortalarında dünya ticaretinin en önemli ticaret metalarından biri oldu ve halen de bu önemini kaybetmedi. Kahvenin hikâyesi böylece uzar gider. Kahvenin ticari anlamda dünyaya tanıtılması ve yayılmasında Hollandalıların, Fransız’ların ve Portekizlilerin önemli katkılarının olduğu kabul edilse de, kültürümüzde bilinen şekliyle içilen ve Türk kahvesi olarak bilinen kahvenin dünyaya yayılışı atalarımız sayesindedir. Sevgili gençler:  Atalarımız “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” demişler. Bu kadar önem verdiğimiz kahvenin yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi ilginç bir keşif ve dünyaya yayılış hikâyesi vardır.  Kahvenin hikâyesi bize, insanın hayvanlarla ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu, insanın çevresiyle nasıl bir bütünlük içinde yaşaması gerektiğini, etrafımızda süre giden olaylarda gören beyinler için ne büyük sırlar olduğunu anlatır. Bu nedenle, beyinleri birilerinin yazdığı bilgisayar programlarının, gözleri akıllı cep telefonlarının (ne kadar akıllı iseler?) esiri olan gençlerimiz umalım ki bu yazıyı okuduktan sonra başlarını kaldırır ve tabiata biraz daha meraklı gözlerle bakar ve onu inceler, tefekkür eder ve belki de yeni hayret verici gerçeklere ulaşırlar. Zira tabiatta her an, keçi çobanı Kaldi ve bilgili tekke imamı gibi gören gözler, duyan kulaklar ve idrak yolları açık olanlar için hayret verici olaylar gerçekleşmeye devam etmekte ve keşfedilecek pek çok buluş sizleri beklemektedir.Prof. Dr. İlhami ÇELİKVETERİNER FAKÜLTESİ, KONYA

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum